Ocak 15, 2011

hastayım ama yapıcam..

Çok hastayım..

GRİP çok salgın bu aralar, heryerde bir burun çekme sesi, bir öksürük, perşembe günü ateşim 38,5 olmuşken işyerinde bilgisayar karşısında gözlerim akarken başım dönmeye başladı ve zar zor sağlık ocağına gittim, aile hekimi uygulamasına geçildiğinden bana bakamayacaklarını belirten sağlık ocağı yetkilileri sendelediğimi görünce, ateşimi ölçüp, ateşimin 38, 5 olduğunu gördüklerindeyse "hadi yatıralım" diyip, ateş düşürücü iğneyi tereddütsüz vurdular ve 1 saat yattım sedyede..

Doktorun odasına ateşim biraz düşmüş halde kontrole girdiğimde, doktorun tepkisi "hadi evine, düşüp bayılman mı gerek, 2 gün yat bakalım" dedi ve 2 günlük rapor yazdı.. ne mi oldu, 2 gün yatmadım tabi, işyerine geri dönüp, telefonla durumumu bildirdiğim üslerimden aldığım tepki sonucunda rapor kendini çöpte parça pinçik buluverdi..

İşte o an içimden bir şeyler diledim..

antibiyotik, öksürük şurubu ve burun spreyi..
şimdi daha iyiyim..
yaşasın haftasonu..

Bugün yapacağım bir şeyi sizle paylaşayım istedim..

Benim için gerçekten çok iyi niyetli olduğunu düşündüğüm ve her zaman çok sıcak olan, 3 tane birbirinden güzel çocuğu olan bir tanıdığıma..

Ne zamandır annemle; acaba ne yapsak diye düşündüğümüz biri..hem özel olsun hem doğal.. ne zor dimi?
bence emek olmalı içinde..
Teşekkür amaçlı..

Sevgili Kaymaklı Kadayıf'ın her zaman yaptığı, benimde çok severek tadına baktığım güzel kurabiyelerden yapmaya çalışacağım..
Teşekkür etmek istediğim kişinin çocuklarının isimlerindeki harflerle dolu bir kutu götüreyim diyorum..

Tabi onların isimlerini yaparken, tahmin edersiniz ki; GÜNEŞ ve KAAN içinde yapılacaklar..
Yaptıktan sonra, umarım becerebilirim, fotoğraflarını sizinle paylaşacağım..

Bana şans dileyin..

en gizli yeşil..


Çocukluğumdan beri tek bildiğim sahil şehri Ayvalık olmuş, sanki başka bir şehirde deniz yokmuş gibi. Ağustos ayı doğumluyum, belki bundandır denize, denizin dalga sesine ve kokusuna olan düşkünlüğüm..

İşe girene kadar her sene düzenli gidilen ayvalığa, 4 sene önce bir ara verildi ve tam 4 sene sonra bu yıl senelik izinde gidilebildi..

Anneciğimle bir ilki yaptık, Ankara'dan uçağa binip İzmir'de indik, ordan İzmir'in otogarına, ordanda otobüsle Ayvalığa.. Annem biz küçükken, 3 kız çocuğu ve valizleriyle ne zorluklarla götürüdü bizi, sırf yaz tatilini güzel geçirelim diye, ve sorardı benim melek annem "acaba bigün buralara uçakla gelmek mümkün olacak mı diye" bu sorunun cevabı için herşeye değerdi..

canım annemin ilk uçağa binişiydi, tedirgin olur sandım, tabi unuttum annem ne zorluklar görmüş kadın, hayatta tedirginliği hep ikinci plana atmışken, uçaktan mı tedirgin olcaktı..

Ayvalık'ta herkesin sorduğu soru şuydu; "eşin nerde? evlendin, ondan gelmiyorsun sandık 4 senedir" tabi kimsenin aklına bir işyerinde 4 yıl boyunca yaz sezonunda yıllık izin kullanma talebine "çok yoğunuz, bu süreçte izin kullanamazsın" gibi bir alabileceğiniz gelmediği için..
Normal olan onların düşündükleri, maalesef anormal olan benim yaşadıklarım..

Ayvalığın herşeyi güzel gelir bana, balkonundan denize karşı kahvaltı yapmak, sabah kalkar kalkmaz, "acaba bugün deniz nasıl" diye pencereye koşup, biran evvel denize gidebilmek için yarışmak, küçükken iki ablama yapışmak, büyüyünce de anneme "lütfen, sende gel, tadı artsın" demek..

Hele sokaklarında annemle yürürken, dib dibe yerleşmiş taş binalara hayran kalmak, taş yollarda ayağımın bir sağa bir sola kıvrılması (kaymaklı kadayıfla safranboluda çok hoşumuza gitmişti, sokak aralarında yollardaki taşlar, o günleri de çok özledim..) ve ağaçları bahçelerin dışına taşmış  büyük bahçeli villaları..

Ankara'da herşeyden uzak yaşarken, zaman dursun dediğim anlar bunlar..

Ben, yüzüm için sadece Ayvalık zeytinyağlı yeşil sabun kullanan biri olarak, her Ayvalığa gidişte bir torba yeşil sabun ve kese alırken, gidememdiğim 4 sene boyunca annem giddikçe, "anne ne olur unutma" sözüyle anlattım derdimi.

Bu sene gittiğimde, her şeyin çok değiştiğini gördüm, hele bir mağazaya girdim ki, miss gibi, zeytinyağları çeşit çeşit şişelerde, sabunlar, sabunluklar, binbir çeşit..

Oradaki bayanla samimi bir konuşmadan sonra bir poşet sabunla çıktım dükkandan, çıkmadan önce bana bir form doldurttular, "neden zeytinyağlı katkısız yeşil sabun" diye..
formun altında telefon ve adres bilgileri de vardı, doldururken çekinmedim değil, ama geçen hafta kapıda o paketi görünce çok şaşırdım.. bir karton kutuda 5 büyük çok güzel kokan, saf yeşil sabun duruyordu, üstünde sadece" iyi yıllar diler, her yıl gelmenizi bekleriz" yazıyordu..




çok teşekkür ederim..her yıl gelebilmeyi çok isterim..
çok güzel bi hediyeydi..

Ocak 12, 2011

az kaldı..

uzun zamandır, bir şey ekleyemiyorum bloga..

fotoğraf makinem arızalandı, tamirde, yaptığım boncukları anlatırken göstereyim de istiyorum..

hem, bir de haberim var..
Ladin Mobilya reklam müdürü Hakan Bey'le görüşmem neticesinde, kendileriyle atıl durumda döşemelik kumaşlarından faydalanmam konusunda anlaştık :)
burdan bir kez daha teşekkür ediyorum kendisine..
bakalım o binbir farklı küçük kumaş, benim takılarımla nasıl buluşacaklar..
kumaşları takılarla buluşturmadan önce sizle paylaşacağım, buluşturduktan sonra da tabi :)

sizi beklettiğim için üzgünüm, en yakın zamanda yaptıklarımın fotoğraflarıyla hep beraber olcaz..
herkesin sevgiyle gülümsemesi dileğiyle..

bugün..



Bugün yeni bi yüz ile karşılaştım,  pembe değil, sarıya yakın, rengi solmuş, gözlerinin yanlarında çizgiler olmuş, göz altları bilindik su torbaları gibi şişmiş.. yaşı ilerledikçe belirginleşmiş yaşadıkları. dili lal olmuş..
Baktım, hiç sesimi çıkarmadan, hiç seslenmeden, gözlerinin takıldığı yerden almak istemezcesine sessizce baktım.. öksürüyordu, eksikti belli..
Elleri üşümüş, bluzunun kolları sıvanmış, tüyleri diken diken olmuş ama umurunda değildi, soğuğu çok ta takmıyordu.. kim bilir duygularından ne kadarı soğuktan üşümüştü de kimse onu sarmamıştı.. içinden ne fark eder, soğuktan üşümek dediğini duyar gibiyim..
Çoraplarına baktım, kaç gündür giyiyor acaba diye düşündüm, parmaklarının yeri belirginleşmiş, eğilip te değiştirmek aklına bile gelmemiş..
Biliyorum, istiyor ki her şey yerli yerinde kalsın, hiçbir şeyin yeri değişmesin, hiçbir şey yakınından gitmesin.. değil çoraplarını değiştirmek, tırnaklarını bile kesmek aklına gelmemiş..  alışınca bırakamayanlardanım der gibiydi dokunduğumda çoraplarına.
O an dedim ki bir şey var, bir düşüncesi var ve tabi bir üzüntüsü, zaten hiç bitmezdi ki, ya işte canı sıkılır, ya evde canı sıkılır ya da.. hiç bitmezdi..
Sonra o yüze dokundum, ellerimle  yıkadım, hafif ılık suyla, sonra şeftali allık sürdüm yanaklarına, sonra bir parlatıcı dudaklarına, tırnaklarını kestim canını yakmadan..
Üzülme, bakma donuk donuk, ağlama demedim.. diyemedim..
Göz kenarlarındaki yaşanmışlıklara dokundum, ve kulağına fısıldadım “önce sen kendine değer ver, önce sen kendinin farkına var, sonra bekle ki hayat seni tanısın, kıymetlimsin, unutma..”

Ocak 02, 2011

nazarın dünyası..

Bakış en yakıcı ateşmiş, tanışınca öğrendim.. kimisi temiz ve gurur duyarak bakıp; kimisi kıskanıp, göz koyarak bakarmış..
Eskilerin bi bildiği her zaman varmış, hatta bildiklerinin hepsi doğruymuş..
Bi bebek doğduğunda, evimize her misafir gelişi ve misafire götürüşümüzde çocuklarımıza, en özel günlerimizde, mesela sünnet düğünü, okuma bayramı, ve evlenirken gelin ve damada, yeni aldığımız maddi değer taşıyan nesnelere, yeni evimize, arabamıza.. her zaman sakındığımız öncelikle manevi sonra maddi her şeye yakıştırdığımız renk renk bi dünya nazar boncuğu..
Benim odamda her renkten yapmak için kendime küçük bir dünya oluşturduğum ve yaparken çok mutlu olduğum, dokununca tutkuyla baktığım bi renk..
El sanatı, yürek arkadaşı budur dedirten bu sanatı çok seviyorum..
İnsanlık tarihi boyunca, her kültürde ve dinsel inançta, göz figürü kötülükleri savan güçlü bir tılsım olarak kabul edilmiştir...
Bu figüre, Musevi, Hıristiyan ve İslam kültürlerinin yanı sıra, Budist ve Hindu toplumlarda da rastlıyoruz.

Nazar Boncuğu bugün sadece Türkiye'de, İzmir'e bağlı Görece ve Kurudere köylerinde, bu işe gönül vermiş son bir kaç usta tarafından yapılmaktadır. Bu ustalar, evrensel bir inancın sihirli nesnelerini şaşırtıcı bir cam işleme tekniğiyle üretmektedirler.
Bu sanat, binlerce yıllık süreç içinde, çok az değişime uğramıştır. 3000 yıllık Antik Akdeniz Cam Sanatı tüm incelikleriyle Anadolu nazar boncuğu fırınlarında yaşamaktadır.
Bugün, bu geleneği yaşatan az sayıdaki boncuk ustasının kökeni, 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğunun dağılmaya başlamasıyla, İzmir ve çevresine yerleşen Arap asıllı cam ustalarına dayanmakta. Anadolu'da unutulmaya yüz tutmuş olan cam işleme tekniği, bu tarihten sonra göz sembolüyle birleşerek yeniden hayat bulur.
Önceleri Araphan ve Kemeraltın'da ocak kurup hal hal ve nazar boncuğu yapan ustalar, fırınların çıkardığı dumanın, çevre sakinlerini rahatsız etmesi ve yangın tehlikesi yaratması üzerine bu bölgeden sürülürler. 1930'larda, büyük miktarlarda tükettikleri çam odununun bol olduğu Görece'ye, 1950'lerde ise Kurudere köyüne yerleşirler.
Günümüzde kullanılan fırınların yapısı ve çalışma tekniği eskisiyle bire bir aynıdır. Sabahın erken saatlerinde çam odunuyla yakılan fırın, atık camların ve özel olarak hazırlanan renklendirici kimyasalların fırın içindeki gözlere yerleştirilmesinin ardından, çok kısa sürede 900 C derecelik bir sıcaklığa ulaşır. Bu, sadece ateş tuğlası, kil ve samandan yapılmış olan fırınlardaki üstün teknolojinin bir göstergesidir. Her gün inanılmaz bir ısı düzeyine yükselip soğuyan fırınların üzerindeki kil sıva, hem ideal bir ısı yalıtımı sağlamakta hem de dağılıp parçalanmasını önlemektedir. Çam odunu ise yandığında yüksek ısı vermesi, çok az kül bırakması, cama parlaklık ve şeffaflık kazandırması nedeniyle özellikle tercih edilmektedir.
Gözleri ateşe odaklanmış ustalar, çelik çubuklarıyla, hızlı ama, telaşsız çalışırlar... Sessizlik içinde bilmediğimiz bir oyunu oynar gibidirler... Birkaç kesin hareketle, erimiş cama biçim verilir. Kullanılan araçların adları bile mistik bir törende okunan duaların yankıları gibidir. Ana parçayı oluşturan camın sarıldığı çubuğun adı Asabe... Nazar Boncuğu üzerine gözleri kondurmada kullanılan şiş, Merdan... Erimiş cama biçim verilen yassı demirin adı ise Metleke... Ve bu ayin, sürer gider..
Nazar boncuğu'nun renklendirilmesi, Sümer tabletlerinde anlatılanlardan çok farklı değildir. Bakır tozu, kepek ve sofra tuzu camla karıştırılıp eritildiğinde mavi renk, kalay, çinko, kurşun ve cam karışımına bakır tozu eklendiğinde ise, çeşitli tonlarda yeşil elde edilir. Cama opal karıştırılırsa kaliteli beyaz renge ulaşılır. Ama her ustanın, uzun yıllar sonunda edindiği, renklere ilişkin çok özel, sırları da vardır.
Bense, odamdaki dünyada; şalümo(ateş kaynağı), mandrel(çelik çubuk), renkli cam çubuklarımla, ayrıştırıcı tozla buluşmuş mandrele 1200 derecede ısınmış erimiş hale getirdiğim renkli cam çubukları sararak yapıyorum bu güzellikleri.. Daha sonra şekillenmiş nazar boncuğumu soğuması için küle yatırıyorum ve heyecanlı bekleyiş başlıyor..

Tüm renkler bütün incelikleriyle ne hayaller süslüyor ben bile şaşırıyorum..(yaptığım cam boncuklara ilişkin ayrıntılar ve fotoğrafları sonraki yazılarımda paylaşacağım..)
Güzel bakan gözlerle, tüm güzelliklerin nazardan uzak olması dileğiyle..
J Her güzelliğe, kendimce bir nazar boncuğu iliştiriyorum…

Ocak 01, 2011

rengarenk..

24.02.2010 ve 29.06.2010
Hayatımda annemin yüzünü güldüren 2 önemli gün..
Güneş ve Kaan..
Güneş, adı gibi ışıl ışıl, sarının en güzel tonunda teni, Kaan'sa adı gibi mert, bakışları dolu dolu..
Allah nazardan korusun sizi, teyze olmak bambaşka bir duyguymuş gerçekten..

Annem; teknolojiye çok yakın olmak isteyip, hiç birşeyden sakınmayan, ama teknolojik aletleri eline almayan, sanki eline alınca olay olacakmış gibi düşünen benim biriciğim..(her eline aldığı elektronik alette korkusuna destek oluyormuşçasına, elinde bozulur ) neyse..güneş ve kaan'ın her fotoğrafını çekişimizde "bi sürü fotoğraf çekiyosunuz, inatla hiçbirini yaptırmıyosunuz, ne var sanki yaptırsanız şu çektiğiniz fotoğraflardan da koysam evin her köşesine" der..   :)

İşte anneme, yeni yıl hediyem; 80 güzeller güzeli fotoğrafı fotoğrafçıda çıkartıp, bundan yıllar önce reprezantlık yapan ablamın bana getirdiği, yıllardır dolabımda duran, atmaya kıyamadığım rengarenk sayfalı A4 yapraklı defteri alıp, sayfalarını makasla fotoğrafları çevreleyecek şekilde kestim ve yapıştırıcı ile fotoğrafları yapıştırdım..

Evimizin dış kapısının açılışında bulunan küçücük ev girişimizin duvarına hepsini karışık olarak yapıştırdım..


Annemin duvarı gördüğünde yüzünde beliren ifadeyi anlatmanın kelimesi yok..

Annecim, seni çok seviyorum, iyi ki varsın..